top of page
  • Writer's pictureEmapark Datça

Büyülü Burun Datça

YAZ BOYU KIYILARI YEŞİLE, DENİZİ TURKUAZA KESEN DATÇA YARIMADASI, ANTİK ÇAĞLARDAN GÜNÜMÜZE UZANAN BİR İŞARET PARMAĞI GİBİ.


Bir zamanlar Reşadiye Yarımadası’nın kalbi olan Eski Datça, bugün ilçenin bir mahallesi gibi. Tek ya da çift katlı taş evlerden oluşan Eski Datça’da kapı önlerini dev begonviller süslüyor. Küçük bir meydana açılan Arnavut kaldırımı sokaklarsa konuklarına Akdeniz sıcaklığını hissettiriyor. Buradan başlayarak civar köyleri gezmeye başladığınızda yolunuza küçük köy kahveleri çıkacak. Mavi pervazlı ve huzur dolu...

Datça’dan Knidos’a doğru yola çıktığınızda bük adı verilen koylar, önünüzde peş peşe sıralanıyor. Yemyeşil tepeler arasında masmavi birer nazar boncuğunu andıran koyların bazılarına sadece deniz yoluyla ulaşılabiliyor. Ege ve Akdeniz’i buluşturan yarımadayı zarif bir dantel gibi sarmalayan kıyılar, rutubetsiz havası ve turkuaz deniziyle tanınıyor. Yöre sakinleri ise sizden bir dost selamını esirgemiyor.

Yaka Köyü, Datça Yarımadası’nın batı ucundaki Knidos’tan önceki son yerleşim. Buradaki yol üstü kahveleri ise dinginliğe açılan birer kapı gibi. Bademli incir tatlısının tadına baktıysanız, Knidos size kucak açmaya hazırdır artık. Burada denizin kıyısına oturup yanaşan tekneleri izlemek bile insanı mutlu etmeye yetiyor. Çünkü Knidos antik bir yerleşimin ötesinde, ziyaretçilerine unutulmaz anlar sunuyor.

Datça Yarımadası insana hem Ege’yi hem Akdeniz’i aynı anda gösterir. Yarımada, iki deniz arasındaki mesafenin 800 metreye kadar düştüğü Balıkaşıran Mevkii’nde Anadolu’dan “ha koptu ha kopacak” gibidir. Şairlerin Datça’yı Anadolu’nun uzak zürafasına benzetmesi bundandır. İki denizin rüzgârları, Datça’da havayı da toprağı da bereketlendirir. Otlar ve çiçekler insanın eczanesi olur. Tarihçi Strabon’un “Tanrı, insanın uzun ömürlü olmasını isterse onu Datça’ya bırakır” sözü boşuna değildir. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) yeryüzündeki yüz önemli bölgeden biri olarak belirlediği Datça, huzurun da sahilidir. Yazın sahilleri dolduran kalabalık bahar aylarında görülmez. Datça gerçek sakinlerine kalır. Piknik sepetlerini alanlar kekik kokulu tepelere çıkarlar. Yazar Oktay Sönmez’in dediği gibi “Datça’da kekik ana kokusu gibi bellenir.” Burada doğanın şarkısı, denizin ışıltısıyla buluşur. Zeytin ve badem, dağ ve deniz, yel ve değirmen yan yana gelir. Emekliliğin tadını çıkaran dev pervaneler, asırlardır buğdayı un etmiş olmanın gururunu taşır. Datça gerçekten de rüzgârın yuvasıdır. Yaz sıcağı sahilleri kavururken Datça püfür püfür eser. Rengârenk kuğuları andıran mavi yolculuk guletleri kıyılarında uçuşur. Çifte limanlı ilçenin kıyıları tekneler için mavide uyuyan denizkızlarını andırır. Datça’dan yola çıkıp Mesudiye’ye ulaştığınızda denizin lacivert rengi gözbebeklerinizi boyar. Hemen aşağıda Hayıtbükü boylu boyunca uzanır. Kapı komşusu Palamütbükü’nün Datça’ya uzaklığı 25 kilometredir. Gökova ve Hisarönü Körfezleri’nin sarmaladığı yarımadada her patika dünya güzeli bir koya açılır. Maviyle yeşilin kol kola girdiği koylar peş peşe sıralanır: Akvaryum, Kızılbük, Kargı, Karaincir, Sarı Liman, Çiftlik, Kurucabük… Datçalıların “bük” dediği tam 52 koy, size güneşin kucağında birer nazar boncuğu gibi sunulur. Limandaki tekneler ilkbahardan sonbaharın sonuna kadar konuklarını bekler. Bu tekneler, yarımadanın koylarını görmek isteyenleri gezdirir. Günübirlik turlar genellikle Knidos’a kadar uzanır. Halikarnas Balıkçısı, yarımadanın ucundaki bu antik şehri Anadolu’nun şakıyan diline benzetir. Makilerle kaplı tepeler arasında beyaz gövdesini uzatan Deveboynu Feneri, Knidos’u müjdeler. 2 bin 500 yaşındaki şehir size dünyanın ucuna geldiğinizi hissettirir. Burası, dünyanın yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos’tan ilk astronomi bilginlerinden matematikçi Eudoxos’a kadar birçok bilginin yurdudur. Datça’da tarih denize bakar. Kimleri ağırlamamıştır ki bu topraklar? Karyalılar, Mikenler, Dorlar, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar. Yarımada, Reşadiye adını almak için 1909 yılını beklemiştir. Denizden uzak Eski Datça ise burayla tanışmış olan herkes için bir sevdadır. Arnavut kaldırımı sokaklarında geçmiş zamanların sıcaklığını yaşatan bu büyüleyici köyün bal renkli taş evleri, küçük bir meydanın çevresine yayılmıştır. Zakkumlar ve begonvillerle süslü kapı önlerindeki saksılardan çiçekler taşar. Civardaki atölyelerde üretilen el emeği göz nuru işler ise sanatçı ruhların eseridir. Datça’nın sürprizlerinden biri de içinde su değirmeni bulunan Ilıca Gölü’dür. Bizans Havuzu da denilen gölün sularının şifalı olduğuna inanılır. Biraz ilerideki Yat Limanı ise minicik koyuyla ilçenin kalbidir. Liman çevresindeki restoranlarda yörenin taptaze balık ve deniz ürünlerini denemek gerekir. Denize bakan amfi tiyatro, konser ve gösterilerle şenlenir. Hepi topu 70 kilometre uzunluğundaki Datça Yarımadası’nın köyleri ise başka güzeldir. Kızlan Köyü’ndeki tarihi yel değirmenleri, bir zamanlar şapel olarak kullanılan Çatal Mağara, Selçuklu döneminden kalma Hızırşah Camisi, Sındı’daki kaya mezarları, Alavara’daki kale ve Reşadiye Camisi görülmeye değer yerlerdendir. Emecik ve Burgaz kalıntıları da yörede tarihin izini sürmek isteyenleri bekler. Zeytin ağaçları ise kıyılara dek iner. Tarihte pek çok uygarlığa hayat veren bu sihirli ağaçlar, yüz yıllardır iki kokunun arasında kalırlar: Denizin ve kekiğin kokusu…


Eski Datça’da butik otele dönüştürülen yöreye özgü taş evlerde konaklayabilirsiniz. Deniz kıyısını tercih edenlere Hayıtbükü ve Palamutbükü başta olmak üzere Datça koylarını öneriyoruz.

Cumartesi günleri kurulan Datça pazarı bayram yeri gibi. Bal, badem, zeytinyağı sabunu, kabuk tarçın, nazar boncuğu, altın çiçek, fesleğen, deniz kerevizi, acur, pomelo, çökelek peyniri… Hepsi taze, hepsi rengârenk.

Zeytinyağlı ve kekikli kurutulmuş domates, ısırgan otu kavurması, koruk salatası, kapari turşusu, deniz börülcesi, kabak çiçeği dolması ve deniz ürünleri Datça sofrasından eksik olmuyor..

21 Eylül’deki Dünya Barış Günü’nde Datça ile Yunanistan’ın Simi Adası arasında karşılıklı yüzülüyor. Konserler, ziyaretler, zeybek ve sirtaki dansları dostluğa hizmet ediyor.

Datça’da hayatınızda duymadığınız şifa yüklü çaylar içebilirsiniz. Narpız, kekik, adaçayı, karabaş, garağan, sepsuyu, elmascık, karpuz… Sahi, siz hangisini alırdınız?


Datça’ya en yakın havalimanı Dalaman’da. Türk Hava Yolları, her gün İstanbul’dan ve Ankara'dan direk ve aktarmalı seferler yapıyor. Dalaman Havalimanı'ndan Datça'ya karşılıklı transfer yapan şirketler mevcut.

Datça Yarımadası, doğa sporlarına meraklı olanlar için bir mutluluk bahçesi. Datça - Knidos yolu yürüyüş ve bisikletçiler için iyi bir parkur. Koylar ise yüzme, yelken, tüplü dalış, şnorkel ve sörf için ideal.

Datça Yarımadası, badem ağaçlarının bembeyaz çiçekleriyle kaplandığı ilkbahar aylarında zarif bir gelini anımsatıyor. Ağızda unutulmaz bir tat bırakan Datça bademi ise çeşitli: Ak, kaba, sıra, diş, yazı ve tüylü gibi isimlerle anılan bademin en makbulüne nurlu deniliyor. Dış kabuğu yeşil ve taze olanına ise çağla adı veriliyor. Türkiye’nin bu en lezzetli bademi, yağdan tatlıya pek çok alanda değerlendiriliyor.

Kocadağ’ın güney sahilindeki Gebekum, 6 milyon yaşında bir fosil kumulu. Altı kilometre uzunluğundaki bu kumsalda beşi endemik 100’den fazla bitki türü yaşıyor.

Datça hurması, maviye çalan yapraklarıyla dikkat çekiyor. Kurucabük ile Balıkaşıran arasındaki koyda yaşayan ağaçlara sadece deniz yoluyla ulaşılabiliyor.

Datça’da yaz boyu düzenlenecek sörf yarışmalarının yanı sıra, 4 - 6 Eylül tarihleri arasında Altın Badem Sinema ve Kültür Festivali yapılacak.

İpek böcekçiliği yarım asır sonra yeniden doğuyor. Yaz başındaki Gelep Şenliği ile başlayan koza üretimi yöre kadınlarının elinde ipek dokumalara dönüşüyor.


Biliyor Muydunuz? Türkiye’deki 154 tür yabani orkidenin önemli bir bölümü Datça Yarımadası’nda görülüyor. Renkleri ve görünümleriyle dikkat çeken bazı türlerin yeryüzünde örneği bulunmuyor.

8 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page